Sık Sık Kullandığımız 7 Deyimin Çıkış Hikâyesi
Deyimler, bazen onlarca cümle ile ifade etmekte zorlandığımız derdimizi bir çırpıda anlatmamızı sağlayan söz topluluklarıdır. Türkçemiz de deyimler konusunda oldukça yaratıcı ve zengin bir dil… Biz de bunlardan 7 tanesini seçtik ve ortaya çıkış hikâyelerini derledik.
Balık kavağa çıkınca, “hiçbir zaman” anlamında kullanılıyor. Deyimin hikâyesinde geçen balık bildiğimiz balık ama kavak bildiğimiz kavak ağacı değil; hikâyedeki kavak Boğaz’ın karşılıklı kıyılarına kurulmuş Anadolu ve Rumeli Kavakları’na karşılık geliyor. Hikâyenin tamamı ise şöyle: Karadeniz’e açılan bu bölgede bir zamanlar balık avlamak o kadar zormuş ki ucuza balık alıp yemek ancak şehirde balık bollaştığında ve balıklar Kavaklar’a getirildiğinde mümkün olurmuş. O dönemler dışında pahalı satılan balığa müşteri itiraz edince de satıcılar “Sizin dediğiniz fiyat balık kavağa çıkınca!” dermiş.
Rivayet o ki ateş yakmak için araç bulmakta zorlanılan zamanlarda komşular birbirinden kürekle ateş alırmış, kürekteki ateş sönmesin diye de hızlıca evine gidip kendi ateşini yakarmış. Kapıdan içeri girmeyen misafirlere “Ne acelen var, ateş almaya mı geldin?” denmesi işte tam da bundan.
Deyimin hikâyesinde bahsedilen Dingo aslında oldukça iyi biri… Yine deyimde geçen ahır da Dingo Bey’in sahibi olduğu Taksim’deki ahırı… Atlı tramvayların İstanbul’daki Şişhane yokuşunu çıkmakta zorlanması, yorulan, hatta Azapkapı’dan desteğe getirilen atların Dingo Bey’in ahırında sık sık dinlenmeye çekilmesi, daha doğrusu atların Dingo’nun ahırına istediği gibi girip çıkması bu deyimi doğurmuş.
Fazla meraklandırmadan hemen açıklayalım: Dirhem ve çekirdek tartılarda kullanılan çok hassas birer ağırlık birimi imiş. İki dirhem bir çekirdek ise dönemin en kıymetli para birimlerinden Osmanlı altınının tartıdaki karşılığına denk gelirmiş. Baştan aşağı şık ve zarif giyinmiş insanlara “İki dirhem bir çekirdeksin…” denilerek kıymetine ve güzelliğine iltifat edilirmiş.
1. Mahmut döneminde resmi başlık kabul edilen fesin farklı modelleri içinde püsküllü olanlar rüzgârlı havalarda sahibini epey uğraştırırmış. Ya kalıbı bozulur ya püsküller birbirine karışırmış. İşte, “büyük sıkıntı veren şey” anlamında kullanılan “püsküllü bela” deyimini ortaya çıkaran hikâye de böyle gelişmiş.
Pabucu dama atılmak, Osmanlı döneminden yadigâr bir söz… Günümüzde “gözden düşmek” anlamında kullandığımız deyimin kökü gerçek anlamda pabuçların dama atılmasına dayanıyor! Şöyle ki; ilkeleri ve bu ilkelere bağlılıklarıyla nam salmış Ahilik teşkilatında, bir kunduracının tamir ettiği pabuçtan müşteri şikâyet ederse teşkilat her iki tarafı da dinler, eğer kunduracı haksız bulunursa pabuçlar kunduracının damına atılırmış… Böylece yeni müşteriler en fazla pabucun dama atıldığı kunduracıları görüp tercihini yaparmış. Unutmadan ekleyelim, ayakkabıların sahibine de ayakkabılarının bedeli ne ise illa ki ödenirmiş.
“Üsküdar’da sabah oldu” deyiminin hikâyesi Osmanlı döneminde bu semtteki müezzinlerin sabah ezanlarını Beşiktaş’taki camilerin müezzinlerinden erken okumasına dayanıyor. Öyle ki o dönemde Beşiktaş halkı Üsküdar’daki Valide Sultan Cami ve Mihrimah Sultan Camisi’nden okunan ezanla uyanırlarmış. Bu nedenledir ki deyimi bugün “geç kaldın” ya da “fırsatı kaçırdın” anlamında kullanıyoruz.
11,649 okunma